ÖZGÜRLÜK

Nilüfer Turizmin Otobüsleri için aylık yayınlanan Gezgin Dergisini her seyahat ettiğimde büyük bir keyifle okuyorum. Mayıs 2009 sayılarında benim de bir yazıma yer verdikleri için kendilerine çok teşekkür ediyorum. İşte yazım:

Özgürlük

Gezgin DergisiBenin adım Hüseyin Can. Ben ailemizin en küçük çocuğuyum. Benden büyük iki erkek kardeşim var. Onlar benden sekiz ve on yaş daha büyükler. Anlayacağınız annem ve babam tam “Oh be! Çocukları büyüttük” derken ben varlığımla onlara sürpriz yapmışım.

Bebeklik ve ufak çocukluk dönemimi pek hatırlamıyorum. O zamanlardan aklımda kalan annemin, babamın ve ağabeylerimin beni çok sevdikleri ve kendimi onların yanında huzur ve güvende hissetmemdir.

Ben genelde hep neşeli bir çocuk olmuşumdur. Birisi bana gülümsediği zaman ben de hemen karşılık veririm. Yanaklarım da tombul tombul olunca dışarıda yabancılar bile şirinliğime dayanamaz ve  gelip beni hemen severler. Genelde de hep yanaklarımı sıkarlar ama ben bundan pek hoşlanmam.

Beş yaşıma kadar birkaç tane bebek arabası eskittim. O zamana kadar annem nereye giderse beni de yanında götürürdü. Bir süre sonra bebek arabalarına sığamaz oldum. Ondan sonraki yaklaşık iki sene bir zorunluluk olmadıkça annem beni yanında götürmemeye başladı. Evde zaman geçirmeye alışık olmadığım için bu dönem benim için çok zor geçti. Aynı zamanda annem de bir yere gidemez olmuştu. Yakın çevremizde bana bakacak kimse yoktu. Bu dönemde sık sık annemle babamın tartışmalarına şahit oldum. Annem babamdan tekerlekli sandalye diye bir şey almasını istiyordu. Babam ise “ben çocuğumu onunla dışarıda gezdirmem” diye itiraz ediyordu. Anladığım kadarıyla bu tekerlekli sandalye pahalı bir şeydi. Yoksa benim tanıdığım annem çoktan bir yolunu bulmuş ve onu benim için temin etmişti. Tekerlekli sandalyenin ne işe yaradığını ben o zamanlar anlayamamıştım.

Bir gün anneme bir telefon geldi. Görüşme bittikten sonra sevinçten annemin gözleri dolmuştu. “Oğlum, biz seninle bundan sonra yine her yere birlikte gideceğiz” dedi.

Ertesi gün beni kucağına aldı ve biz bir lisenin yolunu tuttuk. Oraya vardığımızda bir sürü insanın toplandığını gördük. Bu insanlar sanki bir olayı kutluyor gibiydiler. Ayrıca basın mensupları da ordaydı.

Bizi bir öğrenci karşıladı ve elindeki listeye baktıktan sonra az ileride duran arkadaşına “Hüseyin Can’ın tekerlekli sandalyesini getirin” diye seslendi. Biraz sonra benim hayatımın dönüm noktası olacak tekerlekli sandalyemi getirdiler.

O günden sonra hava yağışlı olmadığı sürece annem beni yine hep yanında götürmeye başladı. Pazar ve market alışverişlerini birlikte yapıyoruz. Faturaları birlikte ödüyoruz. Ev ziyaretlerine birlikte gidiyoruz. Resmi bayram geçişlerini izliyoruz. Sinema, tiyatro ve konserlere gidiyoruz. Çok sevdiğim futbol takımının karşılaşmalarını seyretmeye de annemle birlikte gidiyoruz. Hatta annem kendisi için bile doktora gitse beni yanında götürüyor. Ben annemin yanındayken genelde bize sıra bekletmiyorlar. Annem de bana “sen benim torpilimsin” diyor.

Tekerlekli sandalyemi çok seviyorum. Onu bana hediye edenlere bir kez daha teşekkür ediyorum.

*****

Oğlum Hüseyin Can kendisini ifade edebilseydi eminim sizlere bunları anlatırdı. Ancak o bunları yazabilecek durumda değil. Hüseyin Can halk arasında spastik diye bilinen Serebral Palsi teşhisi konmuş ağır engelli bir çocuk. Yürüyemiyor, ellerini düzgün kullanamıyor, konuşamıyor, oturduğu yerde düşse bile kalkamıyor ve hiçbir ihtiyacını kendisi karşılayamıyor.

Hüseyin Can gibi nice çocuklar var. Yürüyemeyen engelli çocukların bir çoğu maalesef eve mahkum oluyor. Onlara bakmak zorunda olan anneleri de zorunlu olmadıkça çocuklarını bırakıp bir yere gidemiyorlar. Oysa bir tekerlekli sandalye hayatlarını ne çok değiştirebilir.

Ben oğlumun tekerlekli sandalyesine “ÖZGÜRLÜK” adını taktım. Çünkü gitmek istediğimiz her yere gitme özgürlüğünü verdi bize.

Eğer siz de bir engelliye ve yakınlarına özgürlüklerini vermek istiyorsanız lütfen tekerlekli sandalye almalarına yardımcı olun. Bunun için bulunduğunuz illerdeki engelli derneklerine müracaat edebilirsiniz. Eğer ilinizdeki engelli derneklerini bilmiyorsanız bana mail yoluyla ulaşabilirsiniz.

Özlem (YILDIRIM) ŞEKER 

English version

When I travel with Nilüfer Turizm bus lines, I always greatly enjoy reading there monthly magazine. I would like to thank them for publishing one of my articles in their May 2009 issue.

Freedom

My name is Hüseyin Can. I am the youngest chid in my family. I have two older brothers. One is eight years older than I and the other ten. So, just when mom and dad were saying “Phew, our kids are grown up now”, I surprised them.

I don’t remember much about the time when I was a toddler or a small kid. The only think I remember is that mom, dad and my brothers loved me a lot and that I felt at peace and safe.

I have always been a very cheerful child. When somebody smiles at me, I immediately smile back. When I still had puppy fad and full cheeks, even strangers on the street could not resist my charm and would come and squeeze my cheeks, which I didn’t like at all.

By the time I was five, I had used up five strollers. At that time, my mother would take me where ever she went. But then I wouldn’t fit in strollers anymore. The two following years, my mother stopped taking me anywhere except it was a necessity. Because I wasn’t used to staying home, this time was very difficult for me. My mother couldn’t go anywhere much either. There wasn’t anybody around who could take care of me. In this time, I often heard my mom and dad arguing with each other. My mother wanted my dad to buy something she called a wheelchair. But my father would argue against it sayin: “I will never walk with my child in a wheelchair.” As far as I understood this wheelchair was something expensive. Otherwise, I know my mother would have long found a way to buy me one. At that time, I didn’t understand what a wheelchair was good for.

One day, my mom got a phone call. After the phone call, she had tears in her eyes out of happiness. She told me: “My son, from now on, we will again be able to go everywhere together.”

The next day, she took me on her arms and we went to a high school together. When we arrived, we saw that many people had gathered there. They seemed to be celebrating something. There were also some newspaper people.

A student greeted us and after looking at a list, told his friends: “Bring Hüseyin Can’s wheelchair!” Then, they brought my wheelchair, which was a turning point in my life!

From then on, my mother has always taken me with her where ever she went except if it was rainy. We go to the farmers market and supermarket together. We go and pay the bills together. We visit friends and relatives together. We go to parades when it is a holiday. We go to the cinema, theatre and concerts together. We even go together to watch my favorite sports, soccer. Even when my mom has to go to the doctor, she takes me with her. When I am with my mom, we usually don’t have to wait in line. That’s why mom sometimes tells me: “You are my “torpil” (an influential person you know and who helps you get things easier).

I love my wheelchair. I want to thank those who gave it to me once again.

*****

If my son, Hüseyin Can, would be able to express himself, I am sure this would be what he would tell you. However, he is not able to right such things. Hüseyin-Can is a severely disabled child with cerebral palsy. He cannot walk; can’t use his hands properly, can’t talk properly; even when he falls while sitting, he cannot get up on his own; he cannot fulfill any of his needs on his own.

There are many children like Hüseyin Can. Disabled children who cannot walk unfortunately, often have to stay at home. There mothers, who are usually there caretakers, also often cannot go anywhere unless it is very urgent. However, a wheelchair can change their lives so much.

I call my son’s wheelchair “freedom” because it gives us the freedom to go where ever we want to go.

If you would also like to give a disabled child and their family some freedom, help them to buy a wheelchair, please. In order to do this, you can apply to one of the organizations for the disabled in your city. If you don’t know where they are, you can send me an email.

Özlem YILDIRIM

Seyran Köyü Bursa-Karacabey

Hafta sonunu Bursa Karacabey’e bağlı Seyran Köyünde geçirdik. Hüseyin Can’ın köy ve yaşantısının hoşuna gideceğini düşündüğüm için arkadaşımın ailesine ziyaret ettik.

P1020069Hüseyin Can iki gün boyunca sadece yatmak için eve girdi. Kalan zamanın tümünü ya köyü gezerek geçirdi ya da evin önündeki sedirde oturdu. Temiz hava, yeşillik ve hayvanlar onun çok hoşuna gitti.

Daha önceki yazılarımda belirtmiştim, Hüseyin Can düzgün konuşamıyor. Dil ve çene kasları düzgün çalışmadığı için sesleri çıkarmakta zorlanıyor. Düzgün söyleyebildiği kelimeler çok az. Biz zamanla kendince yorumladığı kelimeleri anlamaya başladık. Hüseyin Can akıllı bir çocuk. Kendisini ifade etmek için söyleyebildiği kelimeler yeterli gelmeyince işaretlerle anlatmaya çalışıyor söyleyeceklerini. Ne söylemek istediğini yine de anlayamazsak onun “evet” ya da “hayır” diye cevaplayacağı sorular soruyoruz. Bunların sonunda da genelde ne demek istediğini anlıyoruz. Biz onun söylemek istediğini anlayıncaya kadar da zaten pes etmiyor. Onunla bir süre zaman geçiren kişiler de onun “dilinden” anlamaya başlıyorlar. Köyde kaldığımız sürede de birlikte olduğumuz insanlar onu anlamaya başladı. Ben Hüseyin Can’ın kendisini ifade etmek için kullandığı kelimelere ve işaretlere “Hüseyin Canca” diyorum 🙂

P1020185Köyde ineklerin olduğunu duyunca Hüseyin Can daha ilk günden “süt sağıp, size içireceğim” diye tutturdu. Ama maalesef bir türlü ineklerin sağıldığı saati denk getiremedik. Hoş denk gelseydi bile, inekleri sağmak Hüseyin Can’ın tahmin ettiği gibi kolay bir iş değil ama bunu denemesi bile ona yetecekti. Biz de ineklere damın kapısından bakmakla yetindik.

P1020306Genel olarak Hüseyin Can hayvanları seviyor ve dokunmak istiyor. Köyde hayvan bol olduğu için Hüseyin Can’ın hayvanlarla teması da çok oldu. Bilhassa köpekler çocukları seviyorlar. Hüseyin Can da onları dokunup, sevebildi. Hüseyin Can’ın hayvanlardan korkmaması büyük avantaj onun için.

P1020282 Köyde tek sıkıntımız yollar oldu. Köy yolları tekerlekli sandalye için uygun değil. Bereket yakın zamanda yağış olmamıştı. Yollar çamur olacağından kesinlikle gezemezdik. Engelliler için köy yaşantısı uygun değil. Büyük şehirlerde bilhassa fiziksel engelliler için yaşamak daha kolay. Üstelik tedavi ve rehabilitasyona ulaşmak da şehirlerde daha kolay.

Hüseyin Can Seyran Köyünden üzülerek ayrıldı 😦

 

We spent last weekend in the Seyran village near Bursa. I thought Hüseyin Can might like the village life so we visited the family of a friend of mine.

For two days, Hüseyin Can only went inside to sleep at night. The rest of the time, we went around the village or he sat outside the house with the other people (see first picture). He liked the clean air and all the green very much.

Hüseyin Can cannot speak properly. His tongue and chin muscles don’t function properly so that he has problems producing sounds. He can only say very few words properly. We have learned to understand what he wants to say. Hüseyin Can is a clever boy. When he sees that the words that he is trying to say are not enough to make him self understood, he uses signs (gestures or mimic) or points at something. If we still can’t understand him, we ask yes/no type of questions which usually helps. He doesn’t give up anyway until we understand what he means. People who spent some time with him start to understand his “language”. The family we stayed with in the village also started to understand him.

When Hüseyin Can heard that there were cows in the village, he insisted to milk a cow and gives us the milk to drink. Unfortunately, we always missed the time when they were milked. Of course, milking the cows isn’t as easy as Hüseyin Can thinks but even trying it once would have made him happy. So, we only got to watch the cows.

Hüseyin-Can generally likes animals and wants to touch them. Because there are many animals in the village, he had a lot of opportunities to do that. Especially the dogs there like children. It’s a huge advantage that Hüseyin-Can is not afraid of animals.

The only problem we have in villages like this are the roads. Such village roads are not suitable for wheel chairs. We were lucky that it hadn’t rained for a while. If the roads had been muddy, we wouldn’t have been able to move about and see the village. It is generally much easier for people with physical disabilities to live in the city where it is also easier to go to rehabilitation.

Hüseyin Can was sad to leave the village 😦

P1020208P1020169P1020077P1020182P1020298P1020165

Özel Anneler

Allah’ım neden seçtin beni?
Vardır bunun mutlaka bir sebebi
Çok düşündüm sonunda buldum cevabı
Her anne kaldıramaz bu kadar çok kederi.

Allah donatmış beni sonsuz sevgi ile
Nasip etmiş bir o kadar merhameti de
Sabırların en büyüğünü de eklemiş üstüne
Bu vasıflar olmadan olunmaz zaten özel anne.

Ben annelerin seçilmiş olanlarındanım
Kendi kaygılarımı asla düşünmemeliyim
Varsa yoksa hep yavrum demeliyim
Ben onun mutluluğu için yaşamalıyım.

Yavrumun konuşamayan diliyim
Yürümeyen ayakları, tutmayan elleriyim
Okula gidemeyeceği için öğretmeniyim
Çocuklarla olamadığı için oyun arkadaşıyım.

Ben sıkıntılara inat dimdik ayakta durmalıyım
Yavrumu tüm kötülüklerden uzak tutmalıyım
Sorunlarla mücadele etmek için güçlü olmalıyım
Çünkü ben çok özel bir çocuğun annesiyim.

© Özlem (Yıldırım) ŞEKER

Special Mothers

God, why did you choose me,
There must be a reason?
On reflection I finally see,
Few mothers could stand such sorrow.

God gave me endless love,
And an equal amount of mercy,
And added to those an infinite patience.
Without these qualities, no mother is special anyway.

I have been chosen,
Must never think of my own concerns.
Always put my child first,
And live for his wellbeing.

I am my quiet child’s voice,
His clumsy feet, his fumbling hands
I am the teacher denied him at school,
The playmate he will never have.

I must hold myself high, despite all the hardship,
And keep my child safe from harm.
Be strong in the face of problems,
For I am the mother of a special child.

© Özlem (Yıldırım) ŞEKER

Engelleri Kaldıralım, Dostluk Sahasında Buluşalım!

Buğday Tanesi Zihinsel Yetersizliği Olanları Topluma Kazandırma Derneği’nin Yönetim Kuruluna seçildikten sonra, fikri bana ait güzel bir faaliyeti hayata geçirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bana bu konuda destek veren Yönetim Kurulundaki arkadaşlarıma da teşekkür ederim.

Faaliyetimizi anlatan basın bildirisini yayınlıyorum:

Değerli Basın Mensupları

Buğday Tanesi Zihinsel Yetersizliği Olanları Topluma Kazandırma Derneği olarak amaçlarımız doğrultusunda faaliyetlerimizi gerçekleştirmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bugün burada bulunmamızın sebebi ise özellikle tek başına engelli tribününe gidemeyecek durumda olan engelli bayan üyelerimize bir futbol karşılaşması izletmektir. Ayrıca çocuklarını hiç bir zaman tek başına bırakamayan engelli annelerin de futbol coşkusunu yaşamalarını sağlamaktır.

Toplumumuzda kadınlarımız ve engelliler hala, ayrımcılığa maruz kalmakta ve olumsuz sonuçlarını yaşamaktadırlar. Özellikle engelli bir evladı olan ve ona refakat etmek zorunda olan bir kadınsanız günlük hayata dahil olamıyor ve bu ayrımcılığı daha fazla hissediyorsunuz.

Engelliler fiziksel veya zihinsel yetersizliklerinden dolayı yaşamak için mücadele verirken, sosyal etkinliklere katılmak şöyle dursun, bu faaliyetleri izleyebilmeleri bile mümkün değildir. Bilhassa günümüzün en yaygın ve beğenilen sporu Futbol denince, kimsenin aklına engelli kadınları seyirci olarak bile bu spora dahil etmek gelmiyor.

Eskişehir Atatürk Stadyumunda Engelli ve Gazilere ayrılmış özel bir tribün mevcuttur. Eğer engelli veya gazi iseniz bu tribünden maçları ücretsiz izlemek için, üyesi olduğunuz derneğin Stadyum Müdürlüğüne göndereceği liste ile başvurabilirsiniz.

Bizlere bu maçı seyretme fırsatı veren Eskişehir Spor Yönetimine ve çocuklarımıza ES ES bayrakları hediye eden ES Store Mağazasına teşekkür ederiz.

Bugün seyredeceğimiz Eskişehir – Bursa Futbol Karşılaşmasının, dostluk içinde geçmesini temenni ediyor ve Taraftarlardan maç sırasında küfürden uzak durmalarını rica ediyoruz.

Buğday Tanesi Derneği Adına
Yönetim Kurulu Üyesi
Özlem YILDIRIM

Lasst uns die Behinderungen aufheben und uns im Freundschafts-Spielfeld treffen!

Nachdem ich in den Vereinsvorstand von “Buğday Tanesi Zihinsel Yetersizliği Olanları Topluma Kazandırma Derneği”(Weizenkorn Verein zur Integration von Geistig Behinderten in die Gesellschaft) gewählt worden bin, erlebe ich die Freude, eine schönde Idee die ich hatte, in die Tat umsetzen zu können. İch danke meinen Freunden im Vereinsvorstand für ihre Unterstützung.

Die Pressemitteilung über unsere Aktivität:

Als Weizenkorn Verein zur Integration von Geistig Behinderten in die Gesellschaft, arbeiten wir daran, mit unseren Aktivitäten unser Ziel zu erreichen. Wir sind heute hier, um vor allem unseren weiblichen Behinderten, die nicht alleine auf die Tribüne gehen können, zu ermöglichen ein Fussballspiel zu sehen. Außerdem gibt dies den Müttern mit behinderten Kindern, die ihre Kinder nie alleine lassen können, auch die Chance Fussballbegeisterung zu erleben.

In unserer Gesellschaft werden Frauen und Behinderte oft noch immer ausgegrenzt und erleben die negativen Folgen davon. Vor allem wenn sie Mutter eines behinderten Kinders sind, können sie nicht am alltäglichen Leben außerhalb teilnehmen und spüren diese Ausgrenzung noch stärker.

Behinderten, die aufgrund ihrer körperlichen oder geistischen Behindering kämpfen müssen um zu leben, ist es unmöglich bei solchen Ereignissen zuzuschauen, geschweige denn daran teilzunehmen. Vor allem wenn es um den heute am weitesten verbreiteten Sport Fussball geht, kommt keiner auf die Idee, behinderte Frauen wenigstens als Zuschauer daran teilhaben zu lassen.

Im Eskişehir Atatürk Stadion gibt es eine für Behinderte und Veteranen reservierte Tribüne. Behinderte und Veterane können sich über ihren Verein in eine Liste eintragen lassen, der an die Stadionsdirektion geschickt wird, um kostenlos von dieser Tribüne aus ein Fussballspiel anzuschauen.

Wir danken dem Eskişehir Sport Direktor und dem Fan-Shop ES Store, der unseren Kindern ES ES Fahnen geschenkt hat.

Wir wünschen und, dass die Eskişehir – Bursa Fussball-Begegnung in Freundschaft ausgetragen wird und bitten die Fans während des Spiels nicht zu fluchen.

İm Namen des Weizenkorn Vereins
Vorsatndsmitglied
Özlem YILDIRIM


Let’s remove the barriers, Let’s meet in the stadium of friendship

(This is a summary of this blog post which mainly consists of a press release)

In Turkey, women and people with disabilities are often hindered in fully participating in social life. There was a football match between Eskişehir and Bursa and I had the idea that the kids (especially girls) and their mothers, who normally never get a change to watch such a match, would go to the match and watch it from the seats which are reserved for the disabled and veterans. Having been elected to the managing committee of the organisation “Wheat Corn” for people with mental disabilities, I was lucky to be able to actualize this idea.

p1010636p10105994p1010634p10106021p1010644

Hollanda’ya hoş geldiniz

Bu hikayeyi ilk duyduğumda yazarın benim de duygularımı ne kadar ifade ettiğini düşündüm. O yüzden sizinle paylaşmak istedim. İngilizce original yazıyı burada bulabilirsiniz.

Hollanda’ya hoşgeldiniz.

Bana genellikle özürlü bir çocuk büyütmemin nasıl bir şey olduğunu sorarlar. İşte anlatıyorum:

Bir bebek sahibi olacağınızı anladığınızda yaşadığınız duygu, İtalya’ ya güzel bir seyahat planı yapmaya benzer. İtalya hakkında bir sürü kitap ve broşür alırsınız ve harika planlar yapmaya başlarsınız. Coliseum. Mikalanjelo’nun Davut’u. Venedik teki gondollar görmenin hayalini kurarsınız. İtalyanca birkaç sözcük bile öğrenirsiniz. Her şey çok heyecan vericidir.

Aylar süren beklemeden sonra, o gün gelir çatar. Bavullarınızı toplar. Yola çıkarsınız. Birkaç saat süren yolculuktan sonra, uçağınız havaalanına iner.

Hostes mikrofonu eline alır ve “Hollanda’ya hoş geldiniz” der.

“Hollanda mı?” dersiniz. “Ne demek istiyorsunuz? Ne Hollanda’sı? Ben İtalya’ya bilet almıştım. Benim İtalya’ya gitmem gerek. Tüm yaşamım boyunca İtalya’ya gitmenin düşünü kurdum ben.”

Fakat uçuş rotasında bir değişiklik yapmışlardır. Hollanda’ya inmişsinizdir ve orada kalmanız gerekir. Önemli olan sizi korkunç, iğrenç ve pis bir yere, açlığın ve hastalıkların ortasına bırakmamışlardır. Sadece farklı bir yerdesinizdir.

Bu yüzden çıkıp yeni broşürler ve kitaplar almanız ve yepyeni bir dil öğrenmeniz gerekmektedir. Ve daha önce hakkında hiçbir şey bilmediğiniz insanlar tanımak zorundasınızdır.

Gittiğiniz yer sadece farklı bir yerdir. Oradaki yaşam, İtalya da kinden daha yavaştır. İtalya kadar etkileyici değildir. Fakat bir süre orada kaldıktan sonra nefesinizi tutar ve çevrenize bir bakarsınız… ve Hollanda’nın değirmenlerini fark edersiniz… ve lalelerini. Hollanda’nın Rembrand’ları vardır.

Fakat tanıdığınız herkes İtalya’ya gidip gelmektedir. Sürekli orada geçirdikleri güzel günleri anlatmaktadır. Ve yaşamınız boyunca “evet benim de gitmem gereken yer orasıydı”, “ben de aynı planı yapmıştım” dersiniz.

Bu nedenle duyduğunuz acı asla, asla dinmez.. Çünkü yitirdiğiniz düş çok önemli bir düştür. Ancak tüm yaşamınızı İtalya’ ya gidemediğiniz için üzülerek geçirirseniz, Hollanda’nın güzelliklerinin hiçbirinin tadını çıkaramazsınız.

Emily Perl Kingsley

Ich mag diese Geschichte sehr gerne, weil die Schriftstellerin genau meine Gefühle wiedergibt. Deshalb möchte ich sie gerne mit euch teilen. Das englische Original befindet sich hier.

Willkommen in Holland

von Emily Perl Kingsley (uebersetzt aus dem Englischen von Andrea Kuehne)

Ich werde oft gefragt, wie es ist, eine behindertes Kind grosszuziehen. Um Menschen, die diese einzigartige Erfahrung nie gemacht haben, verstehen zu helfen und um sich dieses Gefuehl vorstellen zu  koennen. Es ist wie folgt….

Wenn man ein Baby erwartet ist das, wie wenn man eine wundervolle Reise nach Italien plant. Man deckt sich mit Reiseprospekten und Buecher ueber Italien ein und plant die wunderbare Reise. Man freut sich auf’s Kolosseum, Michelangelo’s David, eine Gondelfahrt in Venedig und man lernt vielleicht noch ein paar nuetzliche ‘Brocken’ Italienisch. Es ist alles so aufregend.

Nach Monaten ungeduldiger Erwartung, kommt endlich der langersehnte Tag. Man packt die Koffer und los gehts. Einige Stunden spaeter landet das Flugzeug. Der Flight Attendant kommt und sagt: “Willkommen in Holland”. “Holland ?!? Was meinen sie mit Holland ?!? Ich habe eine Reise nach Italien gebucht! Mein ganzes Leben lang habe ich davon getraeumt, nach Italien zu fahren !”

Aber der Flugplan wurde geaendert. Sie sind in Holland gelandet und da musst du jetzt bleiben.

Wichtig  ist, die haben uns nicht in ein schreckliches, dreckiges, von Hunger, Seuchen  und Krankheiten geplagtes Land gebracht. Es ist nur anders als Italien.

So, was du jetzt brauchst sind neue Buecher und Reiseprospekte und du musst eine neue Sprache lernen und du triffst andere Menschen, welche du in Italien nie getroffen haettest.

Es ist nur ein anderer Ort, langsamer als Italien, nicht so auffallend wie Italien. Aber nach einer gewissen Zeit an diesem Ort und wenn du dich vom Schrecken erholt hast, schaust du dich um und siehst, dass Holland Windmuehlen hat… Holland hat auch Tulpen. Holland hat sogar Rembrandts.

Aber alle, die du kennst, sind sehr damit beschaeftigt von Italien zu kommen oder nach Italien zu gehen. Und fuer den Rest deines Lebens sagst du dir: “Ja, Italien, dorthin haette ich auch reisen sollen, dorthin habe ich meine Reise geplant.”

Und der Schmerz darueber wird nie und nimmer vergehen, denn der Verlust dieses Traumes ist schwerwiegend.

Aber… wenn du dein Leben damit verbringst dem verlorenen Traum der Reise nach Italien nachzutrauern, wirst du nie frei sein, die speziellen und wundervollen Dinge Holland’s geniessen zu koennen.

Copyright © 1987 by Emily Perl Kingsley
All Rights Reserved

Welcome to Holland

I like this story very much because the author, Emily Perl Kingsley, describes very much my own feelings. This is why I wanted to share it with you. You can find the original English version here.

Herşey Aslında Mucize

Merhaba Arkadaşlar

Bu gün bir arkadaşla sohbet ederken, bundan 30 sene önce ilkokul öğretmenimin hatıra defterime yazdığı kısa ve anlamlı bir söz aklıma geldi.

AYAKKABILARIM YOK DİYE AĞLIYORDUM, TAKİ AYAKLARI OLMAYAN BİR ADAMA RASTLAYINCAYA KADAR….

Hepimizin hayatında eksikler vardır. Ama şunu unutmayalım ki, bizden daha kötü durumda olan bir sürü insan var. Ayakkabılarım yok sa, ne önemi var ki. Mühim olan benim ayakta durmamı sağlayan ayaklarımın olması.

Bir engelli çocuk annesi olarak ta, öğrendiğim en önemli konu da şu: Hepimize normal ve sıradan gelen birçok şey, aslında ne kadar da sıra dışı gelişmelermiş. Bir çocuk dünyaya gelir; 6 aylık oturmaya başlar. 10 aylıkken emekler; 12 aylık ilk adımlarını atar. Önce anne ve baba der. Sonra her gün bir kelime daha öğrenir. 6 yaşına gelince okula başlar. Ortalama 11 – 15 sene okula gider. Mezun olur ve iş hayatına başlar. Sonra evlenir ve belki çocuğu olur.

Benim oğlum 2 yaşından sonra destekli oturmaya başladı. Şu anda 10 yaşında, hala yürüyemiyor. Düzgün konuşamıyor. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bir yudum su için bile, başkalarına muhtaç.

Bu sözleri okuyan herkesin duygulandığını görür gibiyim. Ama ben en büyük mutlulukları, bu oğlumda yaşadım. Çünkü en ufak bir gelişme bile, onun için mucize gibi. Kucağıma aldığım zaman, kollarını boynuma dolayıp “annem” diyebiliyor. İlk defa 4 yaşında bana anne demesini, hiç bir zaman unutamam. Dünyalar benim olmuştu sanki. O zamanki hislerimi anlatmak için sözler yetmez.

Hayatta yaşadığım, tüm olumsuzluklara rağmen, benim sağlığım yerinde. Çocuğuma bakabiliyorum. Onun için elimden ne geliyorsa yapıyorum. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?

O yüzden herkes elindekilerin kıymetini bilsin.

Sizden bir de şunu rica ediyorum. Bu yazımı arkadaşlarınıza yollayın. Bir daha bir özürlüyü yolda gördüğünüz zaman, durup ona “merhaba” deyin. İki çift sohbet etmeye çalışın. Onların en fazla ihtiyaç duydukları şey sevgi ve şefkattir.


Dear friends

When I was chatting with a friend today, I remembered an old Persian saying that my primary school teacher had written into my album 30 years ago:

”I cried because I had no shoes until I met a man who had no feet“.

We all lack something but we shouldn‘t forget that there are many people who are in a much worse situation. What does it matter that I don‘t have shoes. Important is that I have feet I can stand on.

The most important thing I learned as a mother of a disabled child is that all those things we take for granted are actually extraordinary developments. A child is born, can sit with 6 months, crawls with 10 months and makes his first steps with 12 months. First, he says ”mum“ and ”dad”. Then, learns a new word every day. With 6 years, he starts school and attends school for an average of 11 to 15 years. He graduates and his work life starts. Then, he gets married and maybe has children.

My son started sitting with a support when he was two. Now, he is ten but still can‘t walk, can‘t talk properly, can‘t take care of his own needs. Even for a sip of water he needs the help of others.

I can almost see how moved those who read this are. But I experienced the greatest happiness with this son because even the slightest of his developments  is like a miracle. When I hold him, he can wrap his arms around my neck and say ”my mummy“. I will never forget when he said ”mum“ for the first time when he was four. I was unimaginably happy. There are no words that can express how I felt at that moment.

Despite of all the negative things that happened in my life, I am healthy and I can take care of my son. I do everything I can for him. Can there be any greater happiness?

Therefore, value what you have.

I‘d like to ask you for one thing. Send this text to your friends and next time you see a disabled person, stop and say ”hello”, try to have a conversation. What they need most is love and compassion.

Hallo Freunde

 

Als ich mich heute mit einem Freund unterhielt, fiel mir ein Spruch ein, dass meine Grundschullehrerin in mein Poesiealbum schrieb:

 

Ich weinte weil ich keine Schuhe hatte, bis ich einen Mann traf, der keine Füsse hatte…..

 

Jeder hat Mangel in seinem Leben. Aber wir sollten nicht vergessen, dass es viele Menschen gibt, denen es viel schlechter geht, als uns. Was macht es schon aus, wenn ich keine Schuhe habe. Hauptsache ist es, dass ich Füsse habe, auf denen ich stehen kann.

Als Mutter von einem behinderten Kind, ist das wichtigste was ich gelernt habe folgendes: Dass vieles, was uns normal und gewöhnlich vorkommt eigentlich sehr aussergewöhnliche Fortschritte sind. Ein Kind kommt auf die Welt; mit 6 Monaten fängt es an zu sitzen; mit 10 Monaten krabbelt es; mit 12 Monaten macht es seine ersten Schritte. Zuerst sagt es Mama und Papa. Dann lernt es jeden Tag ein neues Wort. Wenn es dann 6 Jahre alt ist, fängt es mit der Schule an. Durchschnittlich 11 – 15 Jahre besucht es die Schule. Wenn das Studium beendet ist fängt es zu arbeiten an. Danach heiratet es und bekommt vielleicht ein Kind.

Mein Sohn hat mit 2 Jahren angefangen mit Unterstützung, zu sitzen. Er ist jetzt 10 Jahre alt und kann noch nicht laufen. Er kann nicht richtig sprechen. Seine Bedürfnisse nicht selbst befriedigen. Selbst für ein Schluck Wasser ist er auf Andere angewiesen.

Ich kann fast sehen, wie jeder traurig ist nach diesen Worten. Aber meine glücklichsten Momente, habe ich mit diesem Sohn erlebt, weil die kleinsten Fortschritte für ihn wie Wunder sind. Wenn er auf meinem Schoss sitzt, kann er mich umarmen und ”meine Mutter” sagen. İch kann es nicht vergessen, wie er das erste Mal mit 4 Jahren Mutter zu mir sagte. Ich war unheimlich glücklich. Um meine damaligen Gefühle zu beschreiben reichen Worte nicht aus. Trotz aller Schwierigkeiten in meinem Leben, bin ich gesund und kann mein Kind versorgen. Ich mache für ihn alles, was in meiner Macht steht. Gibt es ein grösseres Glück?

Deshalb sollte jeder schätzen, was er besitzt.

Ich bitte euch um folgendes: Schickt dieses Schreiben an eure Freunde und wenn ihr das nächste Mal einen behinderten trifft, bleibt stehen und sagt “hallo” zu ihm. Versucht ein Gespräch zu führen. Was sie am meisten brauchen ist Liebe und Zuneigung.

Canım Anneciğim Demiyor

Canım Anneciğim Demiyor

Bu gün anneler günü
Bende bir anneyim
Yavrum bugünümü kutlamıyor
Boynuma sarılıp öpmüyor
Çiçekler toplayıp koklatmıyor
Canım anneciğim demiyor…

Oysa ona ne emekler harcadım
Karnını doyurup üstünü pakladım
Hizmet edip sırtımda taşıdım
Hastalandı başında bekledim
Uyusun diye ninniler söyledim
Canım anneciğim demiyor…

Benim yavrum konuşamıyor
Yaşıtları gibi koşup oynayamıyor
Düşünce kalkamıyor
Yemeğini kendi yiyemiyor
Benim yavrum engelli
Canım anneciğim diyemiyor ki…

© Özlem (Yıldırım) ŞEKER

* Bu şiiri yazdığımda oğlum henüz anne diyemiyordu. Su anda artık boynuma sarılıp annem diyebiliyor.

Er sagt nicht „Liebste Mama“

Heute ist Muttertag
Ich bin auch eine Mutter
Aber mein Sohn gratuliert mir nicht
Umarmt und küsst mich nicht
Pflückt keine Blumen und lässt mich riechen
Er sagt nicht „Liebste Mami“.

Dagegen hab‘ ich soviel für ihn getan
Hab‘ ihn jahrelang sauber gemacht
Hab‘ nicht gegessen, wenn er nicht essen konnte
Hab‘ nicht geschlafen, wenn er nicht schlafen konnte
Blieb an seiner Seite, wenn er krank war.
Er sagt nicht „Liebste Mami“.

Mein Sohn kann nicht sprechen
Kann nicht wie seine Altersgenossen rennen
Kann nicht alleine essen
Kann nicht aufstehen, wenn er fällt.
Mein Sohn ist behindert.
Er kann gar nicht „Liebste Mami“ sagen.

© Özlem (Yıldırım) ŞEKER

* Dieses Gedicht habe ich 2005 geschrieben. Mein Sohn kann mittlerweile „Mami“ sagen und mich umarmen.

He doesn‘t say ”dear Mummy”

Today is Mothers Day
I am a mother, too.
But my son doesn‘t congratulate me
Doesn‘t hug and kiss me
Doesn‘t collect flowers and let me smell
He doesn‘t say ”dear Mummy”

Yet, I have worked so hard for him
Cleaned him for years
Didn‘t eat when he couldn‘t eat
Didn‘t sleep when he couldn‘t sleep
Stayed with him when he was ill
He doesn‘t say ”dear Mummy“.

My child can‘t speak
Can‘t play like his peers
Can‘t eat alone.
Can‘t get up when he falls down
My child is disabled
He can‘t say ”dear Mummy“.

© Özlem (Yıldırım) ŞEKER

* I wrote this poem in 2005. My son can say ”Mummy“ and hug me now.

“Onlardan” biri, oğlum Hüseyin Can

Hüseyin Can bu fotoğrafta 3 yaşında. Hayatıma büyük mutluluk getiriyor. Düzgün konuşamadığı halde rüyalarını bile biraz söyleyebildiği sözlerle ve biraz da işaretlerle anlatmaya çalışıyor.
Hüsseyin-Can is three on this picture. He brings so much joy into my life. He cannot speak properly but manages to tell us what he dreamed about. Using the word he can say and gestures, he tells us everything he wants.
Hüseyin Can ist auf diesem Photo 3 Jahre alt. Er bringt viel Freude in mein Leben. Obwohl er nicht richtig sprechen kann, schafft er es selbst seine Träume  teilweise mit Wörtern, die er aussprechen kann und teilweise mit Zeichen, zu erzählen.